23 Kasım 2008 Pazar

Zaman İçinden Bir Dosta Mektup: Fyodor Dostoyevski

Dostum Fyodor,

"Dostum" diyorum çünkü aynı hayatın parçaları değiliz. Yazdığın onca hikâyenin içinde figüran olarak bulundum haddim olmasa da. Ne cürettir bilmiyorum, kendi âlemimin yansımalarını hep başkaları yaşıyor. Silik bir düzenin, kendi düzeneği içinde kaybolup gitmekten korkmasam da sessiz sedasız bir ölümü yakıştıramıyorum kendime. Aslına bakarsan soğuk geceleri atlatmak kadar zor değil. Limon sarısı bir sabahın bırakacağı iz, silip götürür tüm titreyişleri. Yine de kendim olarak yaşıyorsam şu an, kendim olarak ölmek istiyorum.

Karamsar bir başlangıç oldu farkındayım. Sözüm ona bir sesleniş olacaktı bu karalama. Ancak serzenişten öte geçmeyecek gibi duruyor bu satırlar. Kendi entelektüel birikimimi hesaba katmazsak, pek de kalabalık biri sayılmam. Üzerine düşündüğüm dünya meseleleri çokça zamanımı alıyor bu sıralar. Anca böyle birkaç dosta, dostani telkinlerde bulunuyorum hayatın geri kalan tümcesine dair. Buna haddim var mı? Elbette yok.

Bir düş gördüm geçenlerde. Safran renginde bir örtü kaplamıştı biz bildiğimiz şeyleri. Üzerine düşündüğümüz tüm o gerçek dışılıklar cirit atarken us meydanlarında, biz şüphelerimizi yoğuruyorduk. Ellerim öyle kirliydi ki Volga’nın mavi, soğuk suları temizleyemezdi zift karası lekeleri. Sen de ordaydın Fyodor, elinde van Gogh’un kulağı, satacak bir müşteri arıyordun meydanın kuytularında. Bağırdım sana “buradayım” diye, “gel kurtar” dedim beni bu serzeniş halinden, duymuyordun. Ve Kafka ordaydı. Yine bütün karamsarlığı üzerinde… Yanıma yaklaşırken düzeltti ceketini. Yüzünde karanlığın pırıltısını gördüm. Alınma ama galiba senin hikâyelerinde figüran bile olamazken, çoktan Kafka’nın kahramanı olmuştum. Tüm karamsarlığıyla yoğururken ruhumu, bir yandan da kulağıma gerçekleri üflüyordu. Önünde boynumu eğdim. O an ayakkabıları dikkatimi çekti. Koskoca alanda, sadece onun ayağında ayakkabı vardı. Birde kendi nasırlı ayaklarıma baktım. Etrafı patlamış yaralarımın irinlerini emiyordu. Nasıl olur diye düşünmedim. Açıkçası sizi kıyaslamadım bile. Çünkü o Kafka’ydı.

Uyandığımda terlememiştim. Bu bir kâbus değildi. Kendi gerçeğime bakmıştım bir an ve ruhum gözlerini kaçırmıştı. Şimdi baktığım bu beyaz kâğıt kadar beyaz değildi belki, yine de seçebiliyordum etrafı. Evet, biraz düşünmem gerekiyor sanırım. Aslına bakarsan insanın böyle gerçekleri yansıtmayan şeyleri yazması ne kolay değil mi? Sara nöbeti geçirmen gerekmiyor, saralı bir hastayı yazmak için. Çünkü hisler yazılamaz. Sadece tarif edilebilir. Oysa ben hayatım boyunca ölümü yazmak istedim. Gerçek manada ne hissettirdiğini, okuyan kişinin ölümü anlamasını değil, ölümü yaşamasını, hissetmesini istedim. Bunu sen de istedin, biliyorum Fyodor.

Şimdilerde küçük bir hücre tasarlıyorum kendime. İçinde sadece ben olan... Yanlış anlama lütfen, kendimi bir yere kapatacak değilim. Lakin benim istediğim şeylerin olacağı ve bana ait olan şeylerin olacağı bir hücreden bahsediyorum. Belki sonsuzluğu içinde beklerim.

Bazen kendimi senden daha şanslı hissediyorum. Örneğin küçük bir sevgilim var biliyor musun? İnanılacak gibi değil, evet. Ama var. Üstelik beni sevdiğini de sanıyorum. Ne buldu diye düşünebilirsin. Ben de düşünmüyor değilim. Yine de dostum, bunu yaşamak gerçekten başka bir şey. Hücremin baş köşesini ona ayırdım. Benim için o, artık benden farksız.

Evet, Fyodor. Ben de hazırım van Gogh'un kulağından patates yiyenlerin masasına damlamaya. İçinde kaybolduğumuz şey, esasında içinde var olacağımız şeymiş. Bunu anladım. Bizler kendi çabasını hakir gören insanlar olduk hep. Yok pahasına sömürdük emeklerimizi. Kim olduğumuzu unutmaktan tut da var olduğumuzun bile bilincine varamadık.

Şimdi uyanma vakti Fyodor. Kuşanalım tüm sözcüklerimizi. Belimize taktığımız her düşünce, bizi bir sonraki kuleye taşıyacak. Ayaklanma zamanı şimdi. İçimizdeki sessiz duyguları bir kenara itelim. Bırak, bir süreliğine suçu da cezayı da tanrı düşünsün. Dikelim gözlerimizi gerçeğin kalbine ve düşlerimizi ikinci bir harbe kadar üzerimize giyelim.



Dostun B.

Hiç yorum yok: