28 Eylül 2007 Cuma

Feminel Kaos İçinde Özgürlüğün Karın Ağrıları...

'Bu ülkede' diye ısrarla başlayan cümleler, uzayıp giden hukuk devleti tartışmaları ve hatta laik düzenin parça pinçik edildiğine dair laf kalabalıkları...
Şimdi efendim, malumunuzdur ki ülke gündeminin irin suyu çıkarıldı. Bir yeni anayasa kavgası tutturulmuş hemen ardına başörtüsü (modern ve siyasi tabirle türban) iliştirilmiş, onunda ardına kadın hakları ve kadın erkek eşitliği meselesi kancalanmış. İnsanların dilinde kalıplaşmış söylemler var. Öreki 'hayır efendim Türkiye Cumhuriyeti laik ve moden bir hukuk devletidir, o sebeple türban bu moderniteye bir kara bir zededir' derken, beriki de 'Bu benim vicdani hakkım, ister okula giderim ister evimde otururum' diyerek çift taraflı bir soyut kutuplaşma yaratıp, kendi doğrusunu karşı tarafa dayatma yolunu tecih etmekte.
Aslında meselenin bu derece yayvanlaşıp, dillere pelesenk olmasının altında başka şeyler olduğunu düşünmekte aciz aklım.
Şöyle ki nereden başlayacağımı bilememekle birlikte, öncelikli problemin toplumdaki ötekileştirme kaygısı olduğunu düşünüyorum. Ancak bu ötekileştirme tahmin edildiği yahut kabul edildiği üzere sen bizden değilsin (çünkü açıksın/çünkü örtülüsün) tavrından çok, bunun insanın kendi vicdani kaygıları sonucu ortaya çıktığını düşünmekteyim. Bu en basit haliyle 'Ya doğruysa' mantığı diyebiliriz. Bunu kısaca açalım.
Habil ile Kabil'in mevzuunu hepimiz kıyısından köşesinden biliriz. Habil, Kabil tarafında katledilmiştir ve Kabil insanlık tarihimizin ilk sayfalarına adını -biraz kırmızıya çalan- altın harflerle yazdırmıştır. Bunun nedenselliği hepimizin zihninde çeşitli şekillerde tezahur eder ancak bunun özünü asla düşümeyiz. Sıradan bir mantık yürütüyorum. İnsanlardaki kıskançlık güdüsünün açığa çıktğı noktalar (rivayet edildiğine göre Kabil, Habil'i kıskandığı için öldürmüştür) ele alındığında somut bir nedenden dolayı insanın kıskançlık hissetmesi pek sık rastlanan birşey değil ki zaman içerisinde zaten insan bu kıskançlık duygusuna alışarak hayatını sürdürmeyi öğrenir. Neticede herkes kendine piyango vurmasını ister, vuranları kıskanır. Fakat diğer tarafta aslında çokta farkında olmadığımız ama kıskançlık güdümüzü tetikleyen bazı duygusal durumlar var. Bunlar tamamen insanın iç alemiyle ilişkili, duygu devinimler. Bunun en somut örneği, çevremizdeki iyilik abideleri. Yardımsever, tatlı dilli, hiç kimseyi kırmayan, sinirlenmeyen, sessiz, sakin ve daha pek çok sıfatla anabileceğiniz sinir bozucu insan profilleri. Her yerde karşılaşabileceğiniz, sayıları azımsanmayacak derece fazla Habil zihniyetli insanlar. Ve diğerleri. Bizler Habil ve Kabil'in torunları olduğumuza göre (eğer tabiat ananın bizi peydahladığını düşünmüyorsak) eğer Habil değilsek geriye çok fazla seçenek kalmıyor. Şunu ciddiyetle hissedebiliyorum ki Kabil aslında Habil'i, Allah'ın onun armağanlarını kabul etmesinden dolayı öldürmedi. Kabil, Habil'in iyiliğinden rahatsızdı. Çünkü Habil etraftayken, Kabil'lerin aslında çokta iyi olmadıkları belirginleşiyordur. Bir şekilde teşir edilmiş gibi hissediyorlardır (ve etmeye devam ediyorlar).
Bugüne gelirsek. insalarda kendinden olmayanı kabul edememe ve tahammül problemlerinin kaynağını buna bağlıyorum. İşin tarihsel yükü, cumhuriyet kaygıları bir yana temelde her birey etrafında inandığı şeye kendinden daha fazla sahip çıkan birini gördüğünde bir kıskanma tutumu sergiler. Bu duyguyu bertaraf etmenin yolu ise zihinsel anlamda aydınlanmaktan geçer. Kimse Habil olmak zorunda değildir, ancak herkes aydınlanıp Habil'in özelliklerini kendinde çalışır duruma getirebilir. Nitekim bu aygıtlar her insanda mevcuttur. Sadece çalışma prensiplerini içleştirmek gerekir.
Bir diğer mesele herkesin sıkça üzerinde durduğu, medyada üzerine yayınlar çıkarılan, programlar yapılan, herkesin var olduğunu çok iyi bildiği ama ısrar kılını kıpırdatmadığı, kavram karışıklığı durumu. Özellikle bu üzerine lafazanlik ettiğimiz hadisede bazı belli başlı kavramlar ve bunlar üzerine kişilerin, ideolojileri, hukuki yada ictimai yaşam biçimleri üzerinden yükledikleri bazı anlamlar vardır. Kısaca birkaç örnekle değinmek isterim
Birincisi 'modernite'. Modern toplum. Modern birey. Böyle sosyal hayatımız içindeki tüm sözde içi dolu sözcüklerin önüne koyabileceğimiz, gayet de entel duran bir sıfat. Ancak herkesin de kendince yorumlayabileceği bir sıfat aynı zamanda. Bu sözcüğün muadilleri de var mesela, sıkça kullanılır. Çağdaş, Uygar gibi.
Şimdi, küçük aklımla düşünüyorum. Moderniteyi belirleyen kriter nedir? Bu basit soru karşısında birkaç cevap alıyorum kendimden. Cevapıların ciddiyet anlamında en baskınları Batı, Avrupa, Mustafa Kemal Atatürk, biraz tarih sırasıyla devam ediyor. En baskınları diyorum, zira cevaplar içerisinde Marilyn Monroe, Stalin, Fetullah Gülen, Godart, Sartre gibi isimlerde var. Tabi bunlar toplumun bana dayattığı magazinel düşünme yetisinden ileri gelen seçenekler. İlk iki seçenek üzerine birer soruyla bu sözcüğü geçmek istiyorum. Birin seçenek Batı dedik. Şimdi madem Batılı toplumları örnek alıyorsak, Batı'nın yemek ve aile içi kültür konusunda oldukça geniş olduğunu biliyoruz (sümüklü canlı tüketimi - swinger eş değiştirme toplantıları, komşuluğun başka bir çeşidi) neden bu modern özelliklerini kendimize örnek kabul etmiyoruz? İkincisi Avrupa toplumları değil midir ki Endülüs Emevilerinin yıkılmasını dört gözle bekleyip sonrada oradan kaynak gibi fışkıran medeniyeti sömüren? Aleni bir ifadeyle benim medeniyetimin, bana satılması.
Modern kavramını değerlendirirken insanlar aslında kendi perpektiflerine ve vicdanlarına uygun olarak değerlendirmeler yaparlar. Modern olduğunu iddia eden biri, başörtüsünün çağdaş bir elbise olmadığını, kendi küçük aklında dayandırdığı bazı noktaları hesaba katarak savunurken, diğer yandan başörtülü bir hanımda yine küçük aklıyla modernliğin görünüş değil üretim, bilgi, paylaşım ve ahlaki anlamında zirveye çıkma olarak tanımlar. Basit bir örnek. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye, İsrail tanklarını 'modernize' (tırnağa dikkat) etmek üzere bir anlaşma yaptı. Şimdi her iki bakış açısıyla değerlendirdiğimizde, Türkiye birine göre tankın yüzeyini modern bir renk olmadığı için yeşilden mora çevirdiğinde modernizasyon tamamlanmış olacak, diğerinin görüşüne göre ise renge takılmayıp, silah aksamını ve diğer teknik techizhatını geliştirip, daha çok can alması adına daha kullanışlı bir cihaz haline getirecektir. Yorum yazıya buraya kadar sabretmiş olanlarındır.


N: Müsadenizle yazıyı burada kesmek istiyorum, yazının devamında bu çerçeveden Laik düzen, Demokrasin tanımı, korkular ve kaygılar, ayrıca kadın haklarına genel bir bakış konularına değineceğim, sabrınız için minnetarım.
Isırık Saplı Kalem