23 Kasım 2007 Cuma

Akıl Müzakereleri 1: Giyotin Masalı

Selvi ağaçlarının serinliğine hasret akıl. Özverisinde ahlakını tükettikten sonra yolun en ıssız dönemecinde yolda kaldı. Özgürlük diye çığırdığı günler… Ciğerlerinden kopan her feryadın yangınında kavruldukça, kızgın yağların mayiliğine karıştı. Doğduğunda üzeri boş bir levhaydı. Sonra âlemin tüm acısı, yine kendi damarlarında dolaşan kanla yazıldı üzerine. Mızrak ucu kadar keskin ve parlak bir kalem kullanmıştı zaman. Kazıyarak işledi her edepsizliği. Her çizgide biraz daha derine, daha derine…
Tecavüzlere uğradı akıl. Peş peşe, üst üste… Kanı oluklar halinde en derin mahremiyetine inene kadar. Bağırmadı mı? Çığlıkları arşın dipsizliğinde yankılanana dek yırttı ciğerlerini. Kör kuyuların, çatlamış taşlarına çalındı özsuyu. Dilinde sövdüğü dünyanın geçmişi, dimağında tecavüzün sızısı…
Ve idama mahkûm edildi akıl. Yargısı bir katilinkinden ayırt edilmedi. Oysa cinayetler işlenmişti, vahşetin kıdeminden kaçılmadan. Akıl katil değil, maktulun ta kendisiydi. Akıl bir cinayete kurban gitti. Öldürüldü atmosferin her katmanında. Tarihin her zamanında canına kast edildi. Bütün acısıyla, bütün sancısıyla her seferinde yeni bir ölüm yaşadı akıl. Kiminde darağacı, kiminde yağlı kazık, bazen parçalanıp azgın köpeklere atıldı, bazen gamsız bir katırın arkasından sürüklendi. Her seferinde öldüğü anı düşündü, can suyu akıp gidiyordu damarlarından. Kustukça öfkesini geçmişe, biraz daha biniyordu geleceğin yükü omuzlarına.
Zindanın çilesi içinde yoğruldu akıl. Paslı kapıların tecride yaydığı kokuyu çekti ciğerlerine. Kalın duvarların nemlenmiş yüzeylerine koydu kafasını. Silik yüzlerini düşündü oraya mahkûm edilenlerin. Küçük penceresinden içeri sızan güneş ışığına lanet okudu kimi zaman, getirdiği umuda ve hatırlattığı güzelliklere. Hatırlamasa daha kolaydı aslında. Sırası değildi çağlayan nehirleri, üzerinde kırlangıçlar uçan ağaçları, yeşil vadileri, sonbahar yağmurlarını hatırlamanın. Öfkeliydi akıl ve daha da öfkelenmeliydi. Düşünce levhasını lime lime eden fikir oklarından kurtulmaya yardımcı olmazdı kuşlar, böcekler. Nihayetinde günü geldi aklın. Bir ölüme daha elleri bağlı sürüklendi.
Giyotinin misafiri oldu akıl. Keskin bıçağı altına serildiğinde bütün marifet ve fikirleri, akıl yalvarmanın yersizliğini ancak idrak etti. Özel bir yanı yoktu yaşadığının. Cehennem azabı gibiydi o yıllarca anlatılan. Başın bir taşın altında parçalanır, acısını ruhunun en derininde hissedersin. Çok geçmeden başın tekrar yerine gelir ve tekrar aynı taşın altına itilir. Buydu belki de aklın yaşadığı, özetle. Ölüm ölümü kovalarken, düşünemedi bunları akıl ancak şimdi idrak ediyordu yavaş yavaş. Bu sıradaydı işte tam, cellâdı geldi. Son dua, son istek vesaire ritüellere girmedi bile. Gözlerini yargıcın gözlerine dikti. Bir göz kırpması kadar uzaktı aklın bu ölümü. Bir daha kine diye geçirdi içinde, bir dahakine. Yargıç kırptı gözlerini. Giyotin, gürültülü bir sesle koptu yuvasından ve göz açıp kapayana kadar ikiye ayırdı aklı. Ruh ve beden gibi. Sağ ve sol gibi.
Şimdi özlediği selvi ağacının gölgesindeydi akıl. Yeni bir ölüm için neden arayana kadar.


Bünyamin Bayansal
İstanbul ‘2007